26 Haziran 2011 Pazar

Mr. William Shakespeare ile Arkeo - Edebiyat Fasılları


YİĞİT OZAR

William Shakespeare
William Shakespeare
Prof.Dr. Ufuk Esin
Prof.Dr. Ufuk Esin



Sabahtan beri dört dönüyorum odamın içinde, baş ucumda Meryem Ana ikonu niyetine Shakespeare portresi seyrediyor beni, heybetli bir salkım söğüt ağacı perdeliyor penceremi, Gülhane Parkı’nda değilim ama Cherry Hinton Parkı kuş uçumu tamı tamına onbeşnoktaiki saniye. Sonra bizim Shakespeare’e bakarken Ufuk Esin’in yıllar önce Portreler Dergisi’ne verdiği bir röportajı hatırlıyorum. Hoca, kendi tiyatro sevgisi üzerinden Shakespeare ile arkeoloji arasında bir bağ kuruyor, Shakespeare’in yapıtlarında geçmişe ilişkin sergilediği yaklaşımın bir arkeoloğun titizliğini andırdığını ifade ediyordu. Richard Sennet, Ten ve Taş: Batı Uygarlığı’nda Beden ve Şehir kitabında Venedik’in Musevi Gettoları’nı incelerken Shakespeare’in “Venedik Taciri” üzerinden benzer çıkarımlara varıyordu.

Bu arada Sezai Sarıoğlu’nun Che’nin doğum günü için yazdığı notta okudum, satır arası kafa karışıklığı niyetine yazayım şuraya; Cemal Sürey(y)a’da Küba’da Shakespeare’in bir “at” olarak anıldığını aktarıyor, burada ki “at” Küba halkı tarafından aynı zamanda Che ile Fidel’e layık görülmüş bir övgü sıfatı. (Bknz.: Kübalı övgüler sözlüğü, henüz yazılmadı)

“Varsın Roma Tiber’de erisin, çöksün kubbesi uçsuz bucaksız imparatorluğun”
(Antonius ile Kleopatra)

Geçen yıl Cevat Çapan hoca ile Allianoi’un sulara gömülmesi hakkında görüşüyorduk, ama sohbetin dervişi Cevat Hoca olunca, Shakespeare’i, Ufuk Hoca’nın söylediklerini sormamak olmadı tabii. Cevat Hoca, Shakespeare’i duyunca Juliet’ine kavuşmuş Romeo misali bir sevinçle gülümsedi ve şimdi şöyle diye anlatmaya başladı …

Lâkin meselemiz Shakespeare ve arkeoloji diye bir başlık açıp dahimizin mirasını benim cehaletimle yağmalarcasına incelemek olamayacağından bu faslı uzatmayacağım. Ama ilgileniyorsanız Antonius ve Kleopatra’ nın Sabahettin Eyüboğlu çevirisinde Mina Urgan’ın yazdığı önsöz önerilebilir.

Meselemiz şu; edebiyatın geçmişe dokunduğu anlarda kimler sanatının arkeoloğu olabilmiştir, bir okuma serüveni içinde başka hangi yazarların kaleminde mala izi bulabiliriz? Yanıtlar son derece kişisel olabilir, yazarları kendi amaçlarından saptırmamız gerekebilir ama şu kazı sezonunda kendimizi biraz edebiyata bırakırsak kazının pek doğal stresine çare de buluruz sanırım.

Konstantinos Kavafis’in şiirlerinde aradıklarımı bulmuşumdur hep, O şiirdeki arkeologdur bence. Şiirlerinin büyük bir kısmında antikçağdan beslenir Kavafis. Hani bizim Antik Hellence derslerindeki “Ali topu tut” vari cümlelerimizden bol Persli, çok kaçışmalı cümleleri yorumlarcasına düşman paranoyasına atıfta bulunarak “Barbarları Beklerken” diyor;

Konstantinos Kavafis
Konstantinos Kavafis
BARBARLARI BEKLERKEN
(…)
Neden öyle erken kalkmış imparatorumuz,
şehrin en büyük kapısında neden kurulmuş tahtına,
başında tacı, törene hazır?
Çünkü barbarlar geliyormuş bugün, 
onların başbuğunu karşılamaya çıkmış imparatorumuz.
Bir de koca ferman hazırlatmış
ona rütbeler, unvanlar bağışlayan.
(…)
Neden bu beklenmedik şaşkınlık, bu kargaşa?
(Nasıl da asıldı yüzü herkesin!)
Neden böyle hızla boşalıyor sokaklarla alanlar,
neden herkes dalgın dönüyor evine?

Konstantinos Kavafis
Çeviri: Cevat Çapan

Bu arada, Persler geliyormuş şehrin kapılarını kapatıp, alt satırda hemen paragrafın başında toplanırsanız bir başka fasıl açacağım bir başka yazara.

Olmazsa olmazım, ölmeden önce elli ya da ellibir defa daha okuyacağım kitap Peter Weiss’ın Direnme’nin Estetiği… Keşke her yerde yanımda taşıyabileceğim boyutta olsaydı. 6 Mayıs 2006’da Goethe Institute’ün etkileyici resital salonunda, kitabın Türkçe’ye çevrilmesi üzerine yapılan bir sempozyumda Vedat Türkali şöyle diyordu bu roman için;
“Direnmenin Estetiği sıradan bir roman değildir. Sadece roman da değildir. Benim idealimdeki romanın beni aşmış çok güzel bir örneğidir. ( … ) Şu anlamda: Bir defa, tarihin estetik yükünü, emeğin o temel yapısını bu kadar güzel anlatmak çok zor. Avrupa tarihini çok güzel bir biçimde yansıtıyor. Gerçeği çok ince eleştirilerle sunuyor… Romanla ilgili temel duygularım bunlar. Tabii ki eleştirilerim de var, ama hayatta eleştiriye konu olmayacak ne var ki zaten. Bence bu kitap okunmalı ve okutulmalıdır. Bana bu kitabı okuma şansı veren çevirmenlere de çok teşekkür ederim.” (Orhan Kılıç., Peter Weiss’ın Direnme’nin Estetiği: “Yüzyılın Romanı”na Yaklaşımlar)
Pergamon’daki büyük sunağın frizleri ile başlayan roman, taş ocaklarından Aristonikos Ayaklanması’na uzanıyor daha ilk sayfalarında. Çok geçmeden kitabın akıcılığı kütlesini unutturuyor ve kendinizi Doğu Berlin’de Hitler’in karşısında Herakles olarak buluyorsunuz. Çevirmenlerin önsözünde yerinde bir ifade ile “… isimsiz bir ben anlatıcının (sınıf bilincine sahip aydın bir işçinin) bakış açısıyla, tarihi, Antik Yunan’dan bu yana sanat ve siyaset düzlemlerinde yeniden kuran bir metin.” (Çeviri ve önsöz: Çağlar Tanyeri, Turgay Kurultay)
Büyük Sunak frizlerinden detay
Büyük Sunak Frizlerinden Detay

İtiraf etmeliyim ki kitabın ilk bölümü üniversitede katıldığım derslere de eşlik etmişti, ama elbette Weiss’ın anlattığı yapının tarihinden, malzemesinden daha fazlasıydı, bizim de bir arkeolojik esere bakarken görmemiz gereken daha fazlası değil miydi zaten. Büyük Sunak’ın görkemli frizlerindeki tek direniş, Gigantomakhia mıydı, ya o mermerlerin çıkartıldığı taş ocaklarındaki emek? Kısacası Vedat Türkali’nin deyişini devşirecek olursam “Tarihin estetik yükü” altında ezilmeden bir arkeolojinin peşinde koşmak bu kitabın bana katkısı oldu ve bence Weiss bu yönüyle romanın arkeoloğu olabilmeyi başarmış. Bilmem Weiss bunları arzulamış mıydı, ama ne de olsa Shakespeare de Küba’da bir at olacağını düşünmemişti.

Sonuç; tiyatrodan, şiirden ve romandan birer arkeolog edindim kendime, umarım siz de edinirsiniz.

Dostlukla,

Yazının dileği: Küba’da at, kazıda arkeolog olunuz inşallah !

http://arkeolojigazetesi.com/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder