30 Mart 2013 Cumartesi

Direnme Sanat ve Dersim



Eserin Adı : Direnmenin Estetiği
Yazar : Peter Weiss
Tür: Roman
Sayfa Sayısı : 820
Yayınevi :Yapı Kredi Yayınları
Basım Yer ve Yılı : İstanbul , Kasım 2005
Çevirenler: Çağlar Tanyeri –Turgay Kurultay

Kitaptan Bazı Alıntılar ve Yorumlarım
“….Sezginin karşısında kavramanın önceliği vardı daima, sanat bir bilimdi…” ( sayfa 43 )
Statükocu anlayışın tersine, sanatın bilimsel özünü dikkate alarak değerlendirmeliyiz.

“… Bu zihinsel zenginliğin kaynağı zorbalıktı , sanatın ve felsefenin her sözcesinin temelinde zorbalık vardı…” (sayfa 44 )
Genel geçer felsefe ve sanatın kaynağında, zorbalık - sömürü yatmakta. Bu yönüyle egemenlerin gücünü beslemekte.
Kütüphanelerin herkese açık olduğunun anımsatılması yetmiyordu, kuşaklar boyunca kafalara enjekte edilmiş olan ,kitap sana göre değil fikrinin aşılması gerekiyordu öncelikle.
Ezilenlerin “okumak –kültür bana göre değil” kompleksinden kurtulması gerek.


“… Sıkıştığımız köşede olan biteni doğru algılayamıyor, ancak tahminlerde bulunabiliyorduk. Tarihsel olaylar bizi silindir gibi ezip geçiyordu…” (sayfa 95 )
Türkiye solunun kitleselleşmeyi nispeten başarabildiği 60-70’lerdeki, halen üstesinden gelinememiş durum gibi
“…Faşizmin, tekelci egemenliğin saldırgan insanlık dışı, en uç biçimi olduğu görüşünü mekanik buluyordu.Uzun zamandan beri otoritenin yol açtığı deformasyonu ve özerkliğin tahrip edilmesini de hesaba katmak zorundayız, dedi. Ama bu zaten sömürü sisteminin bir parçası diye yanıtladım…”
Bu mekanik faşizm yorumu, sol siyasetin bakış açısını fena halde daraltmış. Despotizmin, baskıcılığın,rolü ve sonuçlarına kör kalmaya, adeta masum göstermeye yol açmıştır…
“… Bizim arkadaşlar da yoldaşlar da orduya katıldı. Onlar da içten çökmüşlerdi. Kriz çıktığında boyun eğme duygularına yenik düştüler...”


“… Böylece faşizmin o korkunç gövdesi yükseldi ,ama hala kafa karışıklığını ortadan kaldırmak için çok  şey yapılması gerekiyordu . Kavram karışıklıkları içi boş laf yığınları özgünlük iddiasında beyanlar  saydamlaştırılabilir ve yeni bir yön çizilerek yola devam edilebilirdi .Ama acaba yöneticiler gerçekten kendi hatalarını gün ışığına çıkaracak bir farkındalık içinde miydi,  özeleştiri yapmayı dağılmanın nedenleriyle hesaplaşmayı becerebilecek durumdalar mıydı ? Bu sorunlar çözülmedikçe işçi hareketi yeniden yapılanmayı başaramaz, halk cephesi çağrısı boş bir yankıdan öteye gidemez…”(sayfa  125 )
Bu durum, düzene karşı çıkanları, geleneklere şovenizme karşı zayıf düşürmüştür. Öte yandan, insan dokusuna uygun “ÖZGÜN” politika üretmek yerine, genellemeler, muğlak-şabloncu  lafızlar, önderliğin yetersizliğiyle birleşip mücadelenin kitleselleşmesine engel olmuştur.
“…Çatışmanın,  başkaldırının, grevin onları ekmeklerinden edebileceği , fabrika sahibinin onlara verdiği iş karşılığında şükran duymaları gerektiği çok sık duyduğumuz sözlerdi.onlar korkuyordu,asla iktidara karşı gelemeyecekleri, hep ezilerek ve sindirilerek aşağıda, kalmaları gereken yerde kalacakları , tepki göstermelerinin onlara hiçbir şey kazandırmayacağı gibi daha da ezilmelerine yol açacağı onların bilinç biçimiydi…”(156)
Sömürenlerin tipik söylemi karşısında, kaderci ezilenlerin tipik “siniklik” bilinci.
“…Sosyalist çevrelerde gerçekçilik tartışmasında dekadan kabul edilen Kafka’nın defteri dürülmüştü.Ama böyle olunca, herkes kendini onun olağanüstü duyarlılıktaki gerçeklik anlayışına da kapatmıştı,oysa düzene karşı çıkma boyutuna yer vermeyen, önemsiz ayrıntılar etrafında dönüp duran , insanı dehşete düşürecek bir durum olarak kavrama ediminin esamesinin okunmadığı bu Kafka dünyası bizi, olumsuz koşulları bir daha geri gelmemek üzere ortadan kaldırmak için neden hala harekete geçmemiş olduğumuz sorusuyla yüzleştiriyordu. Kafka’nın kitabında okuduklarım beni umutsuzluğa sürüklemek yerine utandırıyordu…”(157)
Aynı Stalinci mantık ülkemizde “sol tahayyülün” gelişmesini bu anlayışla sekteye uğratmıştır. (Kafka’yı , küçük burjuva bunalımlarını yazmakla suçlayarak küçümsüyorduk. Oysa “Marksist yabancılaşma” kuramını  besleyen bir özü vardır eserlerinin)
“…Kafka’nın yazmış olduğu roman proleteryanın romanıydı. Bu romanda aşktan söz edilmiyordu…” ( sayfa 159 )
“… Kendini satışa çıkarma yasasının egemen olduğu bir toplumda bağımsızlığı için mücadele eden biri tutunamazdı ..”. (sayfa 159 )
“…Bu sakillik , bu küflenmişlik , ufuksuzluğumun eseri bu yüreksizlik onlarla ortak özelliğimizdi . İlerleme  ya da idealler söz konusu olduğundaysa pek çoğumuzun çabası kadastrocununkine benziyordu . Yani günün birinde şato mercilerinin gözüne girip onlar tarafından onurlandırılmak . Hiç kuşkusuz orada köye sınır çeken ağaçların ötesinde en ufak bir zaafa ve dikkatsizliğe katlanamayan en ufak bir uyuşukluk işaretiyle bile mücadele etme gereği duyan bir gerçekliğin varlığını sürdürdüğü öne sürülebilirdi. Yine de Kafka’nın kitabı bizim toplumsal ve siyasi dünyamızı yansıtıyordu.Sadece herkesin belli yetkilerle donatıldığı
yapması gerekenden  başka hiçbir şey bilmediği  , hep başkalarının emirlerini yerine getirdiği hiyerarşik bir yapısı olan şatonun değil , aynı zamanda bizim yaşama düzlemimizde olup bitenlerin de gerçek yaşantıları düşsel imgelere dönüştüren bir gücü vardı …” ( sayfa 160 )
Sömürü düzeninin “tahakkümü” bireyi tüm varlığıyla öylesine kuşatarak sömürür ki, emeğinin yanı sıra “duygularını, düşüncelerini v.b.” de esir alır.Kaba solcu yaklaşımlar , bu koşullara aynı ölçüde kuşatıcı kurtuluş çareleri üretemez.
Edebiyat ve sanat bu konuda çok önemli manevi gıdalardır.
“…Dresden caddesindeki Orien meydanında  bir evin damında gördüğüm atölye pencerelerinin ardında , kurtuluşun devasa alegorilerini çizdiğimi hayal ederdim. Daha sonraları Pflug caddesine taşındığımda bu vizyonlar eriyip gitmişti. Sosyal güvenceden yoksun , ekonomik zorluklar ve siyasi şiddet içinde yaşarken insan hayal kuramıyordu , ayrıca öğrenme ve anlama çabalarımızın yol arkadaşlarımızın suskunluğu ve bezginliğinden bağımsız düşünülemeyeceğini  bin dokuz yüz otuz yedi eylülünde anlamaya başlamıştım…” (sayfa 163 )
“…Öğrenme ve inceleme sürecimiz ancak kendi yaşama alanımızın koşullarıyla , özellikleriyle , davranış biçimleriyle etkileşim halinde olursa verimli olabilirdi…”
( sayfa 163 )
Sol düşünceyle bilinçlenmek , özgün koşullarımızın farkındalığıyla birlikte sürdürülen anlama- öğrenme çabasıyla  mümkün olabilir.
“…Yeniçağ , bir gelecek düşü dedi. Ayschman , bizler henüz ortaçağda yaşıyoruz , nefesimizi  kesen , bizi coşturan saniyelik aydınlanmalar oluyor , sonra tekrar kıç üstü oturuyoruz . Bunun ille de böyle olması gerekmediği gösterilebilirdi ; zira yaşanan zamanın en ileri uçları olduğumuz da tartışılmaz bir gerçekti . bizden önce birilerinin olduğunu bilmek , geri bakmadan  düşmekten korkmadan ilerlemeyi kazanılanı korumak , pekiştirmek için gevşemeden çabalama konusunda bize sorumluluk yüklüyordu …”( sayfa 185 )
Sosyal ve siyasal hayat da inişli- çıkışlıdır.İnişleri de çıkışları da abartmamalı ,siyasi kazanımlarımızı korumayı esas olarak , olumluluklarımızı çoğaltmaya, geliştirmeye çalışmalıyız.
“…Aldıkları  tavırla , atıldıkları mücadeleyle kendi özel hayatlarındaki  tüm eksiklikleri göz ardı etmek durumunda kalmışlardı .Ama işte burada , şu sınırlanmışlıkları içinde kendi ihtiyaçlarının yeniden baş gösterdiğini hissediyorlardı . Huzursuzluklarının nedeni sadece cinsel yoksunlukları değildi , politikanın ikircikli , çelişkiler içeren yüzü de  ister istemez karşılarına çıkıyor , ve yöneltmeye cesaret edemedikleri  sorular kafalarını kurcalıyordu . Sonuçta düşüncelere dalıyor ve dünyadan kopuyorlardı Dürüstlüklerinden en küçük  kuşku duyulamayacak olan bu insanlar korkakça  , insana yakışmayan davranışlar ortaya koyuyorlar , mızmızlaşıyor kendilerini de şaşırtan tepkiler vererek sık sık galeyana geliyorlardı , belki de bu çıkışlarının tek nedeni kendilerine dur denerek cezalandırılarak aklın yoluna getirilmeleri çabasının bir göstergesiydi ...”( sayfa 192 )
İnsan-birey olmaktan doğan ihtiyaçlarımız sorunlarımız göz ardı edilirse, siyasi mücadelenin sert koşulları daha da yıpratıcı olabilir.
“… Doğan sessizlikte Münzer , geleceğin insanı hakkında  çok sözler söylendiğini , ama bizlerin mutlaka bugünün insanını düşünmek zorunda olduğumuzu söyledi , çünkü bugünün insanı korkak ve kendine güveni kırılmışsa , eğik bükükse , geleceğin insanına pek yararı olmazdı…” ( sayfa 199 )
Dikkatimizi geleceğe yöneltirken, ancak bu günün insanını anlayarak , yaşamını iyileştirmeye, bilinçlendirmeye çalışarak temel oluşturabileceğimizi hesaba katmak gerekir.
“…Birden gördük ki , bize vaat edilen şeye doğru dürüst başlanmış bile değildi , birden yine çalışmanın bizi nasıl bitirdiğini hayatta kalma  kaygısının bizi içimizden kemirdiğini , kendimiz geliştirme konusunda  ne kadar yetersiz olduğumuzu gördük…”(sayfa 217 )
Günlük yaşamın maddi güçlükleriyle siyasi mücadelenin güçlüklerine ancak yüksek bilinçle, gelişmiş kişilikle katlanılabilir, ve bu esas- “görünmez kahramanlık ”tır...!
“…Giderek ortaya öyle bir paradoks çıkardı ki, aynı hedefi güdenler arasında kendi kendilerini tüketme pahasına en keskin ayrılıklar yaşanırdı. Bu durum karşısında ancak son derece sabırlı hareket eden uyanık bir lider kadrosu, geniş tarihsel ufku sayesinde, bu bir yığın eğilim arasında , geçerli bir sentez çıkarma başarısın gösterebilirdi…”(sayfa 220)
Bu vasıflarda lider kadrosunun ortaya çıkabilmesi için;” mücadelenin sürekliliğini gözetmek” ,bunun için de ; “birey-toplum-sosyal etkileşimini” sağlıklı değerlendirmek gerekir.
“…Pratiğin ona gösterdiği gerçek , cinsel konularda proleteryada , başka toplumsal tabakalardan daha da  fazla dengesizlikler , korkular , depresyonlar görüldüğü ve bu sorunların tedavisi toplumsal bilinçlenme kadar önemliydi…”( sayfa 227 )
İlk bakışta aşırı yorum gibi görünebilir. Ama doğru.Kuşaklar boyu sömürülmüş emekçilerin yaşadığı şartlardan kaynaklı.
“…Ahlaki açıdan doğru olan  bir şey toplumsal ve siyasi ortama bağlı olarak yenilmeye mahkumsa doğruyu temsil  edemezdi …”(sayfa 228)
“…İnsan devrimin özünü  , tüm yaşamın değişimini ancak kendi kişiliğine bütünüyle sahipse dışarıda ve iç dünyasında yakalar ve gerçekleştirir…” ( sayfa  259 )
En soylu düşünceler bile , şartlar uygun değilse, siyaseten uygun zamanda gerçekleştirilebilir.bu denge gözetilmezse “asıl amaç” ötelenmiş olur.
“…İnsan devrimin özünü, tüm yaşamının değişimini ancak kendi kişiliğine bütünüyle sahipse dışarıda ve iç dünyasında bütünüyle yakalar ve gerçekleştirilebilir…” (sayfa 259)
Kendini koy vermiş, hayatı sorgulamayan bireyden kendisine de topluma da fayda gelmez
“…Çirkinliklerin bir salgın hastalık gibi insanların derinine  nüfuz ettiğini gördük, insanların içinde düşünme ihtiyacını yok eden bir boşluk oluşmuştu …”  ( sayfa 260)
“…Şimdi okunan ve söylenen her şey insanların kendilerini aldatışlarını gözler önüne seriyordu …” ( sayfa 260 )
Toplumu saran hava, karşı devrimin istediği yönde değişmeye başlayınca “ortalama birey” insanlığından uzaklaşmaya başlıyor !
“…Bugüne kadar sadece silahlı mücadeleyi düşünmüştük . Oysa düşünce alanında  da aynı şiddette siper çatışmaları yapılması gerekecekti ; kelimelerle açıklamalarla şaşırtmalı yollardan  düşmanın mevzileriyle sıcak temas kurmamız , askeri harekatlardaki gibi düşmanı geri atma planları yapmamız gerekiyordu …”( sayfa 261)
Asıl önemli olan entelektüel savaşım.
“…Ekonominin bekçilerini ilgilendiren , bir eziyet ve cinayet rejimini durdurmak değil , kendi karlarını güvence altına almaktı …” ( sayfa 262 )
Sermayenin gerçek yüzü, faşist karakteri
“…Sovyetlerden gelen açıklamalar da Caudillo’ya karşı barışçı mesajlar veriyordu. Her şeyi kabullenmiş durumdaydık  ve tüm olanlara cevap olacak hazır gerekçelerimiz vardı . İspanya satranç tahtasında , daha yüksek çıkarlar için öne sürülen bir figürdü , zora girmiş olan Sovyetler birliğinin kendi güvenliği ve Fransa ve İngiltere’yle ittifak çabalarının sürdürülmesi için İspanya’nın harcanması gerekiyordu ...”(sayfa 264)
“Reel politika-Sovyetler’in güvenliği-” adına , ispanya İç Savaşı’nda cumhuriyetçileri yüzüstü bırakıyor.
“…Bunun bir yanılsama olduğunu düşünmek kendi ilkelerimize ihanetten farksızdı …”
(sayfa 264 )
‘’…Herkes ayrı bir nedenle belirsizlikler içindeydi…’’ ( sayfa 264 )
‘’…Herkes yaşadığı ortamda bir şeylere dayanamayıp kendi çevresinden kopmuştu.Herkes ayrı bir nedenle belirsizlikler içine düşmüştü.Ama buraya geldikleri andan itibaren de yeni bir başlangıç yapıp aynı nedenlerle yeni bir bütünün parçası olmuşlardı…’’(sayfa 265)
‘’Türkiye iç savaşı’’döneminde olduğu gibi!
‘’…Bizi hatırlayanlar bizi bir tür ölüm oyunu oynayan gladyatörler gibi görüyorlardı …’’ (sayfa 267)
Tıpkı ülkemizin devrimcileri gibi!
‘’…Eskiyi korumak isteyen tüm güçler milliyetçilerin yanında , bizim elimizdeyse sadece bugünkü zayıflığımızın mükafatını bir gün alacağımız umudu var …’’ (sayfa 269 )
İnisiyatifini kaybetmiş devrimcilerin ruh hali!Her şeye rağmen dürüst kalma çabası.
‘’…İspanya’daki savaşı dedi, kendimiz yalan dolanlarla lekelersek nasıl kendi tarafımızın bu savaştaki adaletinden söz ederiz…’’ ( Sayfa 269 )
‘’…Keyfi uygulamanın yaratılmasında pay sahibi olan bu kişilerin kendileri de şimdi aynı çarkın kurbanı oldular . Marcauer’i susturmaya onu kendi sözlerinden korumaya çalıştık . Ama konuşmaya devam ediyor  ve siyasi komiserin önünde  , eğer bizim  savaşımızdan söz ediyorsak, diyordu o zaman bir yandan da kendi saflarımız içinde sürdürülen ve kabullenemediğim silahlarla baş vurulan öteki savaştan da söz etmeliyiz. Nin’e işkence yapıldı , itiraflarda bulunması isteniyordu, ifade vermeyi  red etti .Hükumet artan huzursuzluğa  cevap olarak dört  ağustosta  yaptığı  sertliği açıklamayla Nin’in akıbetiyle ilgili araştırmaların sonuç vermediğini bildirdiğinde Nin Madrit’in dışına Alcale de Henares’e götürülüp partiye ait hapishaneye kapatılmış bulunuyordu .Ben orada bulundum , dediMarcauer. Goya oradaki toprak yığınını ve tüfek namlularını gösteren bir tablo yapmıştı .Marcauer’in göz altına alınma emri çıktığında kimsenin onu kollamasına imkan kalmamıştı .Onu bekleyen sorgulamaların önemini azaltmaya çalıştık .Hodann’ın vereceği sağlık raporunun onu ağır cezalardan koruyabileceğine inanmak istedik .Onun takdire değer çalışmalarından söz ettik; yaptığı açıklamaları aşırı yorgunluğuna vermek gerekirdi . Ama bunları söylerken aynı zamanda biliyorduk ki Hamburg kökenli büyük bir Musevi aileden gelme bu soydaşımızı  düşünmekten kaçınacaktık. Nitekim inzibatın gelip onu götürdüğü sabah saatlerinin görüntüsü çabucak silindi zihinlerimizden…’’(sayfa 270 )
İspanya İç Savaşı’nda ‘’Komintern (Stalin)patentli solculuğun’’zulmü!
(Aynı anlayış Türkiye solunun da belini büktü!)
‘’…Önemli olan sonuç ve sonucun kimin işine yaradığıdır …’’ (sayfa 271 )
‘’…Ama kusurluluğun arama ve yanılmanın , boşa çıkmaların ve yeniden başlamaların belgesi bir yanıyla kendini dünyada  kanıtlama dürüstünün gereği şeyler…’’ (sayfa 273 )
‘’…Zaman zaman kendisini fazlasıyla aşan , ama tekrar çaresizce fantezi dünyasına biri olması dışında…’’(sayfa  273 )
‘’…Tarihsel olayları simgesel bir düzleme taşıyarak bunların kavranmalarını zorlaştırıp , işin esrarını bilenlerle sıradan halk arasındaki ayrımı sürekli kılmaya özen mi göstermişlerdi…’’
( sayfa 279 )
Evet ! Egemenler aynı zihniyeti sürdürmeye çalışıyorlar.Köleleştirmenin en etkili yolu hala!
‘’…Rahipler ve filozoflar buna onay veriyorlar . buna onay veriyorlar ,kitlelerin batıl korkularla hareketsiz kalmasını sağlıyorlardı  , gerçeği aydınlatan bir söz söylemeye cesaret eden defediliyordu…’’ (sayfa  279 )
‘’…Parti bünyesinde dava için bir araya gelmemiz dışarıya karşı birlikteliğimizin güvencesi olması ama içeride ayrılıkların , kuşkuların çaresizlikle ve korkuların yaşanması gözümüzde canlanıyordu…’’ (sayfa 293 )
‘’…Bizler pratik alternatifi temsil etmemize karşın  bu düşünce tarzı bizim içimize işlemişti…’’( sayfa 293 )
Sol örgüt kadrolarının büyük bölümü aynı zihin dünyasına sahipti.
‘’…Bizlerin kullanılıyor olması dedi ,işimizi zorlama  ve angaryadan ibaret görmemize  neden olmamalı ve isteksizliğe kapılmamalıyız . Nasıl ki kitapların ve resimlerin içeriğinden yoksun kalmamız bizim felaketimiz olursa aynı şekilde fabrikadaki her malzemeyi ,üretilen her parçayı bugünden kendi varlığımız olarak görmediğimizden kurur gideriz …’’( sayfa 302)
‘’…Tavrını korumasının , gördüğü uzun yıllar içinde tüm yenilgilerden sonra kendisiyle ne kadar büyük bir mücadele gerektirdiğini biliyordum. Usta işçi konumunu bitirip sadece yardımcı işçi olarak işe alınmaya başlandığında da yaptığı her işi tüm sorumluluk bilinciyle yapmaktan vazgeçmedi .Biz gönülsüz çalıştığımız ve yabancılaştığımız sürece koşullarımızı değiştirme gücünü bulamayız ,derdi Kimsenin çalışmasından dolayı onu takdir etmemesi onu şaşırtmıyordu. Birçoklarının ücretli çalışan olarak onun sanki kamulaştırılmış bir işletmede çalışıyor  gibi davranmasını kaçıkça bulmasını da normal  karşılıyordu.Onun şiarı , Marx’ın  çalışmanın insan soyunun özünü oluşturan yaratıcı ilke olduğu sözüydü ...’’( sayfa 302 )
Sosyalist felsefeyi özümsemiş işçinin tutumuna örnek!
‘’…Şimdi sabahın alaca karanlığında deniz durulmuştu, su on adamı yutmuştu,  on iki adam ise tahtaların ve kalasların arasında sıkışarak can vermiş , orada öylece asılı kalmışlardı …’’( sayfa 319 )
‘’…Bu arada da yıkılanın yerine mistisizmin , irrasyonalizmin geçme tehlikesini göz ardı ediyorlardı . Ürettiklerine anti-sanat diyorlardı .Bizimse geçmişin yapıtlarından kopmak gibi bir niyetimiz yoktu , eski yapıtlar ve yeni  toplumsal koşulların doğurduğu ürünler arasında tarihsel bir devamlılık görüyor,geçmişten kopuşun bizi havasız  bir bölgeye süreceğini düşünüyorduk…’’( sayfa 359 )
Burjuva sanatçılarının tam tersini yapmaktan söz ederken öbür kutupta aynı elitist konuma sürüklenen sanatçıların tavrına karşılık , sosyalist sanat bakış açısından doğru tavrın açıklanması!
‘’…Mesele sanatı ve siyaseti kendine özgülükleriyle ve eşit ağırlıklarıyla iki güç olarak kabul edip onları karşı karşıya getirmemekte tam tersine onların koşut kulvarlarını eş zamanlı yaratıcılıklarını ortak bir paydada birleştirmekte dedi Münzenberg , Bugün de hala yeterince kavranmamış olan yeni bir bakış açısı bu. Devrimci sanatsal ve siyasal eylemlerin ortak tarafı ikisinin de yoğun olmasıydı . Bir de uluslar arası amaçları . Ama birinin alaycılığı ve ironisi ötekinin ciddiyetiyle ve sorumluluk bilinciyle hiç mi hiç uzlaşmaz görünüyordu…’’
( sayfa 362 )
Aynı konuda çok güzel değinmeler…
‘’...Bütün ülkelerin  öğrencileri, işçileri , yersiz yurtsuzları , amaçsızları birleşiniz  diye şakıyordu Dadaistler …’’
‘’… Ama yine de devrimcinin düş kurma  yeteneğine muhakkak sahip olması , gerektiğini söyleyen Lenin tarafından ele alındı ...’’ ( sayfa 363 )
‘’…Kültürel devrimle kastettiğim şey  öyle bir devrimdi ki siyasi mücadele ancak onunla gerçeklik kazanabilirdi…’’ ( sayfa 363 )
‘’…Sanat siyasi kuramların katılığını çözülmeye uğratan ve bize algılarımızın çok yönlülüğünü anımsatan bir araç…’’ ( sayfa 363 )
*Ömrünün son günlerinde sıkça söylediği bu sözle;sıradanlığa boyun eğme tehlikesine işaret ediyor.
*Siyasi devrimin asıl hedefi olan kültür devrimi çok daha çetin,karmaşık bir süreçtir.Yüzyıllarca sömürülmekten yabancılaşmış insanları YENİ İNSAN’a başka bir değişle sahici İNSAN ‘a ‘’dönüştürmek’’mücadelesidir.
*Bu mücadelenin başarısı , sanatın ARAÇSALLAŞTIRILMADAN KULLANILMASINI ön gerektiren bir’’ARAÇ’’ tır.(ve bu sorunsal bitmez tükenmez entelektüel çalışma /çatışma alanını kapsadığından belirleyici öneme sahiptir.)
‘’…Kendisinden bu kadar söz etmek ona acı vermiş gibiydi .Basamaklardan aşağı atladı  ,bizden uzaklaşmasın diye Hodann onu kolundan tutup durdurdu , hayır diye bağırdı münzenberg, onlara bu iyiliği yapmayacağım,dizüstü çöküp yalvarmayacağım ,itham edilen diğer yoldaşlarla benim aramdaki fark bu işte . Yaptığım her şeyin altına imzamı atmaya devam  ediyorum , neysem oyum ben ,eleştirilmesi gereken şeyi eleştirmeye cesaretim var . Çünkü iddia  edildiği gibi eleştiri Sovyet devletine zarar vermez ,tam tersine onu geliştirir . İlk işçi devletinin korunması gerektiğini bundan on beş sene önce ben yazmıştım  , hala  da aynı şeyleri yazıyorum, ve en sonunda Lenin ağır hastayken gelecekte ele alınması  gereken bir mesele olarak gördüğü kültür devrimiyle demokratikleşme  dönemine geçişle ilgilenme fırsatını buldum…’’(sayfa 365 )
‘’…İşte o zaman bana iftira etmeye başladılar diye bağırdı ,sürüngenler , oportünisler , benim eğitmiş olduğum Katz , Habsburg , monarşisinde hizmet vermiş biri olan Smeral Enternasyonal  gençlik’i  kurduğumuzda  onların riyakarlıklarına ortak olmak istemediğim için beni susturmaya çalıştılar…’’ (sayfa 365 )
Yukarıda belirttiğim’’SORUNSAL’’geleceğin konusu değil iktidar sorunu kadar sürekli ‘’BUGÜNÜN ‘’konusu olmalıdır.Hafife alındığında (ideolojik katılığın kolaycılığına sığındığımızda )fikri çözülme,sığlaşma meydana gelir.
‘’… Partiyi hasta eden parçalanmışlık ona da damgasını vurmuştu .Bağımsız davrandığını hiçbir şeyi onu için için yiyip bitiremeyeceğini  vurgulamaya bayılıyordu  , ama partinin üstüne çöken onun da payı olan her şey Münzenberg’e de bulaşmış olmalıydı ,bunalımları ve düğümleri onun kadar derinden yaşamış olan birinin kendi dönemindeki siyasetin saplantılarından etkilenmemiş olması düşünülemezdi...’’ ( sayfa 368 )
‘’Devrimci aydın duruşu’’sonraki dönemlerin doğru tavrını güvence altına alamaz.
‘’…Hodann’a göre tam da her ülkenin kendi koşullarına uygun , geniş tabanlı demokratik bir siyaset yapmanın gerekli olduğu bir anda Komintern’in talimatlarına bağlı kalmanın kaçınılmaz olarak yıkıcı etkileri  olacaktı…’’ ( sayfa 371
‘’…Köklerimizden kopmaya ilişkin her duygu belirtisinin eylem gücümüzden bir şeyler alıp götürdüğünü söylemişti…’’( sayfa 371 )
*Komintern’in yönlendirici baskılayıcı etkisi özgün düşünceyi,yerel devrimci siyaseti boğmuştur.
*KÖKLERİMİZ …’’Yerel-Küresel sorunsalını aşabilme çabamızda, özel önemini korumakta.
‘’…Ama nasıl oluyordu da kendileri de yoksulluktan gelen bu sürüler, bu ordular güçlülerin hizmetine girmeye hazır olabiliyorlardı , silahlarını  neden onlara değil de kendileri gibi aşağıda olanlara doğrultuyorlardı .Öyleydi çünkü para onların başını döndürüyordu  , çünkü paranın ürettiği yalanlar onların beynini yıkıyordu…’’ (sayfa 373 )
Maddiyata boyun eğmeye yatkınlığı , insanın hayvani (ilkel)zaafından kaynaklanır.
‘’…Zaten faşizmin de ön koşulu insanın kendi sönüşünü tasavvur edemiyor oluşuydu . Herkes kendi küçük çevresinde kendini  korumayı tasarlayabiliyordu  , yoğunlaşan deformasyondan rahatsızlık duysa da  bunu arkasında ne olduğunu kavramaktan uzaktı  , günlük yaşam içindeki  basit karşı koyuş girişimleri bile yüksek surlarla karşılaşıyordu  ve oradan da alçaklığın her türlüsü dal budak  salarak büyüyordu . işinin tezgahının başındaki bu insanlar  sıradan düzenlerin içinden çıkmış olanlar , güç sahiplerinin  cinayet eğilimlerini nasıl tahmin edebilirlerdi ki , kendi hayat gaileleriyle uğraşırken despotların zihinlerinden geçen çılgınlıkları nasıl anlayabilirlerdi ki…’’ ( Sayfa 412)
‘’ZİHİN BASKILAMASI ‘’nın yol açtığı aymazlığın etkisi , ‘’SİYASAL KÖRLÜĞE’’yol açar!
‘’…Otuz üçün hatalı değerlendirmelerinden hala hiçbir şey öğrenemediniz diyordu Münzenberg onlara. O zaman Troçkist olmakla suçlandı .Çünkü o zamanlar tehlikenin boyutlarını fark eden tek kişi Troçki olmuştu…’’ ( sayfa  418 )
‘’…Münzenberg  Goebbels’inkiyle aşık atabilecek bir propaganda aygıtı kurmak için ısrar etmişti…’’ ( sayfa 418 )
‘’…Çalışanların sınıf bilinciyle değil , etkin propagandanın güdümünde hareket ettiği çok açıktı , ona göre zihin bulanıklığını ve takıntıları insanları kışkırtan ve onları savaş yanlısı haline getirecek olan gerici zehirleme sürecini kırmaya yarayacak araçlar bulunmalıydı ...’’
( sayfa 418 )
‘’…Bu grup kendini korumak adına kendilerininki dışında bir görüşü temsil eden herkesi yok ediyordu…’’ (sayfa 418 )
*Siyasi körlük ,ideolojik katılığa ,bu da dogmatizme götürür.Ardından sekterlik ve düşmanlık… derken asıl düşman iyice görünmez oluverir !En yakınındakine saldırmak meşrulaşır.
*Faşizmin propaganda mekanizmasını etkisiz kılmak anti-faşist mücadelenin temel sorunudur.
*Bu mücadele esnasında ; ortalama emekçi ‘’vatan –millet…’’demagojisinin etkisiyle akıl tutulması riski altındayken devrimci gruplar-bireyler de aynı nedenle sekter tavırlara sürüklerler.
‘’…Başta hepimiz demokratik merkeziyetçilik azınlık haklarının  ve yapıcı eleştiri hakkının korunması , parti örgütlerinin özerkliği , seçilme hakkı  yetkilerinin gerektiğinde alınması ve hesap vermeleri ilkesinde birleşiyorduk . Ne zaman ki bu temel ilkelere yeniden döneriz parti ancak tekrar  o zaman üyeleriyle doğru bir ilişki kurabilir . Parti bireylerden oluşuyor . Gelecekteki  devrimci  mücadele zaferle sonuçlanacaksa , bunu emir komuta zinciriyle yönetilenler değil , sadece öz disiplini olan insanlar başarabilir . Parti dediğin nedir ki , üyelerdir . Politik fikirleri olan insandır , serpilip gelişen , yaratıcı düşünebilen insandır parti , aygıt değil…’’ (sayfa 419 )
SOL ANLAYIŞIN ‘’AMENTÜSÜ’’ olabilecek bu sözleri beynine nakşetmeyen birey ‘’geldiği yere dönse’’isabetli davranmış olur.
‘’…Hırıstıyanlığın bir sonucu olarak benimsediği merhamet türlerinin içinde en berbat olanı kendine acımaktı  ona göre . Mutsuz bir insana aynı mutsuzluğu içinde hissederek yardım edilemezdi  , bu duygu daha çok insanın kendi eylem zafiyetini onaylamaya yarıyordu…’’
 ( sayfa 421 )
‘’…Yaşadığı boğuntunun nedenleri hakkında konuşmayı reddetmişti hep .Başkalarının hastalıklarının psişik arka planı konusunda  bu denli anlayışlı  olan bir insan kendi üstündeki baskıya son derece ilgisiz ve yok sayıcı davranıyordu . Oysa ne zaman bir şey gizlemeye çalışsa ne zaman bir çatışma, genellikle siyasi bir çatışma çözümsüz kalsa astım krizine tutuluyordu…’’ (sayfa 422 )
Kendisini ihmal eden birey,gitgide ‘’ÇİLECİLİK’’anlayışına sürüklenir.Bu durumda sosyal mücadele için gerekli duruşunu-varlığını sürdüremez!
‘’…Ayrıca Bischoff’un ,ressamın darbelerinden kaynaklanan yüzündeki , kollarındaki morluklarla hala onun resimlerine koleksiyoncu bulmaya çalışması daha da anlaşılmaz bir durumdu…’’ ( sayfa 434 )
ÇİLECİLİĞE varan ÖZGECİLİK …(tabi ki irrasyonel)
‘’…Çünkü kendilerini ilerici olarak adlandıran politikacılar onlara içinde bulundukları durumu anlatmayı beceremediler , zira yirmi yıldır sahip olmaları gereken bilgilerden yaralanmak yerine birbirleriyle didiştiler ve karşılıklı birbirlerini gagalamakla  vakit kaybettiler. O çok sözünü ettikleri birliği aslında hiçbir zaman istemediler . Onlar için önemli olan kendi konumlarını korumaktı hep . Borsa spekülatörlerinden hiçbir farkları yok ,sadece adları ideolog . Onların dünyasından yeni bir şey çıkmaz…’’ (sayfa 456 )
Aydının bencilliği daha yıkıcı olabiliyor…
‘’…Bu ortak çabadan sonra zaferden payını sadece soylu sınıfı ve burjuvazi alıyordu ...’’(sayfa 492 )
Devrimcilerin kahramanlığı ,fedakarlıkları doğru siyasi tutumdan uzaklaştığında her zaman STATÜKO kazançlı çıkar!
‘’…Hareket noktam her zaman , taraf olmanın dogmaya dönüşmemesi , öz sınamadan vazgeçilmemesi hiç bir şeyi  hazır ve nihai  olarak benimsememek olmuştu …’’ (sayfa 519 )
GERÇEK devrimci duruşun vazgeçilemez ilkesidir.
‘’…Mansson gibi sevilen ajitasyoncu Kollontay’ın ve Balabanof’un  arkadaşı Kata Dalström’de Hırıstıyanlık’ın kaynaklarına gönderme yapan  kutsal öğretisini va’z ediyordu  ,kendini açıkça komünist olarak adlandırıyordu  , ama bu arada birkaç yıl içinde mistisizme varacak teosofist bir düşünsel eşelenmenin tuzağına düşüyordu ...’’ (sayfa 543 )
Sol anlayış kendini yenileyemediği zaman geleneksel düşüncelerin ,MİSTİFİKASYON eğilimlerinin ortaya çıkması durumu.
*Ömrünün son günlerinde sıkça söylediği bu sözle;sıradanlığa boyun eğme tehlikesine işaret ediyor.
*Siyasi devrimin asıl hedefi olan kültür devrimi çok daha çetin,karmaşık bir süreçtir.Yüzyıllarca sömürülmekten yabancılaşmış insanları YENİ İNSAN’a başka bir değişle sahici İNSAN ‘a ‘’dönüştürmek’’mücadelesidir.
*Bu mücadelenin başarısı , sanatın ARAÇSALLAŞTIRILMADAN KULLANILMASINI öngerektiren bir’’ARAÇ’’ tır.(ve bu sorunsal bitmez tükenmez entelektüel çalışma /çatışma alanını kapsadığından belirleyici öneme sahiptir.)
‘’…Bunun yerine baskının her türlüsüyle mücadele etmek konusunda hemfikir olan çok sayıda grubu bir araya getirebilecek  bir kitle partisine ihtiyacımız vardı bizim …’’( sayfa 548)
‘’…Bin dokuz yüz otuz yedi Nisanı’nda dedi Ström  umut doluyduk sonra belki de Lenin’in kişiliğinden yayılan gücün bir sonucu olarak genç Sovyet Devleti’ne duyduğumuz hayranlığa kapılıp kendi kaderimizi belirleme hakkımızdan vazgeçtik ,bu partiyi başarısızlıktan başarısızlığa sürüklemeye başladı …’’(sayfa 549 )
 ‘’…Komintern’in desteklediği klikler sürekli çevirdikleri dalaverelerle bizi partiden atmıştı . Suçlu duruma düşürüldük…’’ ( sayfa 549)
*’’Kendisi olamamak’’SİYASİ özgecilik ! Vesayet altına girip !...
*Ve şakşakçılara yenik düşüp tasfiye oluş!
‘’…Öte yandan bir devrimin ancak halkın çoğunluğu tarafından taşındığı ve uluslar arası düzeyde gerçekleştiği sürece başarılı olabileceğini söylüyordu . Paris Komünü’nü inceledikten sonra proleter şiddet sorununun , burjuvazinin işçilere karşı kullandığı şiddetinin bir parçası olduğu sonucuna varmıştı…’’ (sayfa 552 )
 ‘’…O gün sınıf kavramının , zihinsel ve bedensel çalışma arasındaki sınırların ortadan kaldırılması anlamında yeniden tanımlanması ,geçmişte yatan  kültürel değerleri  yeniden keşfetmesi , yine tarihte kaynağını bulan ittifaklara sahip çıkması tezini , Götrek ‘in , Cabet’nin ,  ortaya attığı biçimiyle tartışmışlardır , Cabet’nin adının geçmesi  bana birden Meryon’un tablosunu ,Marat’nın evini resmettiği  o tablodaki bina köşesi üzerinde yazılı Cabat ismini hatırlattı. …’’( sayfa 552 )
*’’Şiddet’’doğru kavranmalı,’’MEŞRUİYET’’ i gölgelememeli.
*Geçmişten gelen kültürel değerler, sol anlayışın evrensel – enternasyonalist değerlerini besleyebilir.
‘’…Alçaklık ve eziyet karşısında şikayet edilse de bu baskıya daha fazla katlanılamayacağı dile getirilse de sonra yeniden duyarsızlık ve tükenmişlik baş gösterse de  işçilerin hiçbir zaman iç güdülerini kaybetmediğini söylüyordu .Rogeby , gerçi hep aldatılmalarına izin verdikleri söyleniyordu , ama onlar ellerinden geleni yapmışlardı . İhtiyaçları için engel tanımamaları gerektiğini söylemek kolaydı ,ama stratejik bir yere konuşlandırılmış bir makineli tüfek karşısında ne yapabilirlerdi ki …’’(sayfa 553 )
‘’…Rogeby ise anonimliğin aşıldığı noktaları , bireysellik çabalarını , zar zor edinilen bir yazma becerisi sayesinde ortaya çıkmış olan ürünleri izliyordu . Medyum misali etraflarında biriken güçleri kavrayan ve dile getiren şairlerin ve hatiplerin arasında artık proleter  kökenli konuşmacılar da vardı , mürettip Menander , gündelikçi Gabrielsson , sayfa kalıpçısı Hellborg , terzi Maria  Sandel , bıçkıcı Östman , salcı ve demiryolu işçisi Hedenvind Eriksson , teknisyen Larsson , kadın tarla işçisi Mao Martinsson. Eğitim kavramı değişmeye başlamıştı , gerçekliğin okulu her yerdeydi  ve her yerde vizyonlar oluşuyordu ,bütün deneyimler ortak bir seste buluşmaya başlamıştı  , zenginleştirici bireysele deneyimlerle kolektif bilgi ülkenin diliyle dünya dili iç içe geçiyor ,ağır ağır sınıfsız toplum tasavvurunun  zemini hazırlanıyordu …’’( sayfa 553 )
*İnsanların belirli koşullar altında sürüklendikleri durumlar başlıca kriter olamaz .
*‘’Emekçi aydın ‘’ rüya değil!…
‘’…Bunda Komünist partinin inandırıcı siyasi bir alternatif yaratma yetersizliği de rol oynuyordu ...’’(sayfa 554 )
Masa başında yapılan ideolojik çıkarımlarla toplumsal dönüşüm gerçekleşebilir mi?
‘’…Partiyi yönetme hakkını azınlık gruba tanımıştı . Beş yıl önce Komintern’in talimatıyla gerçekleşen şey  tekrarlandı , dedi Ström  ,ama  bu defa  ortalığı saran çılgınlığın içinde Sovyet partisindeki siyasi yozlaşmalar kendini belli etmeye farklı  , gazeteleri , arşivleri , kasaları , sicil defterleri  uğruna  birbirleriyle çatışırken bu ülkedeki işçilerin neden Sosyal Demokrat  Parti’ye üye olduklarını anladım …’’(sayfa 566 )
S.S.C.B.Güdümlü partinin  sekter , dogmatik yaklaşımlarına duyulan tepki sosyal demokratları güçlendirmekte …
‘’…Bu durum özellikle mülksüzleri etkiliyordu işsizlik  onları hızla ezecek  ve  boyun eğmek zorunda bırakacaktı .Küçük ve orta boy tüccarlarla tasarruf sahipleri perişan oluyor , firmalar firmalarla, tekeller tekellerle , holdingler holdinglerle , tröstler tröstlerle mücadele ediyordu  ,ta ki geride sadece iflas eden  firmaları satın alarak ayakta kalmayı başaran en güçlüler kalana dek…’’ (sayfa 567 )
Kapitalizmin zalim döngüsü.Bu günlerde aşikar yaşanmakta .
‘’…Böylece Kızıl Ordu’ya girmek isteyen Polonya komünistleri geri çevrilmiş ve tıpkı Sovyetler Birliği’ne kaçan anti faşistler gibi Almanya’ya teslim edilmişlerdi…’’ ( sayfa 588)
İnanılması güç , ama çıplak hakikat!Ve yıllarca dünya sosyalist hareketini yönlendiren S.S.C.B.nin kirli tarihinden belgelenmiş bir parça .
‘’…Norveç Komünist Partisi Sovyetler’in talimatları doğrultusunda tarafsız olduğunu ve işgal gücüyle  işbirliğine hazır olduğunu açıklamıştı.Parti karşı durmaması için halka çağrıda bulunuyordu …’’ (sayfa 589 )
 ‘’…Norveç’in önde gelen sosyal demokratları ülkelerinin özgürlük mücadelesinin hazırlıklarını yapmak üzere İngiltere’ye yollanırken ,Komünist parti Norveç’i  savaşa sürükleye bilecek  her şeyden kaçınılması gerektiği  yolunda uyarıda bulunuyordu…’’
 (sayfa 589 )
Bir parça daha!
‘’…Bizi tedirgin eden başka bir şey daha vardı dedi babam , sürgünlerin arasında  pek çok Polonyalı ve Çek komünist vardı ,ellerinde parti kitapçığı  askere yazılmak için başvuruda bulunuyorlardı . Bunlar toplanıyordu , ne var ki askere alınmak için değil , alman hükümetine  teslim edilmek üzere…’’ (sayfa  603)
Bu gerçekleri,S.S.C.B.’nin iç yüzünü zamanında görmemizi engelleyen ne idiyse , bu gün de ‘’O’’!
‘’…Onu tanımlamak zor olduğu gibi eskimiş tanımlara da gelmiyordu , çok eski zamanlardan beri özel bir ifade  biçimiydi sanat ve onun ışığı acı dolu yaşamımızın her yerine sızmıştı …’’( sayfa 613 )
‘’…Belki zamanı henüz gelmemişti ,çünkü onun taşıyıcılığını yapacak insanlar  eski parti düşüncesinden kopmamışlardı . Onların katılığının nedeni  taşıyıcılığını yapacak insanlar eski parti düşüncesinden hala kopmamışlardı . Onların katılığının nedeni     başlangıçta sandığım gibi savaşın acımasızlığı değil , bencillik kibir ve intikam duygusuydu . Bizim dağılmamıza neden buydu, yoksa askeri üstünlüğe sahip olmamız değildi ...’’( sayfa 625 )
Ülkemizin devrimci pratiğinde de maalesef aynı manzara karşısındayız…12 Eylülde de bu yüzden ağır hezimet yaşandı.
‘’…Asıl korkunçluk , varlığı sürekli değişmez biçimde karşımızda duran şeyde , bütün  sükunetiyle duran devasa  ve yanına yaklaşılmaz olan düzendeydi  , tüm doğallığıyla yerinde duran , her şeyi belirleyen ve gerektiğinde  de çok dolambaçlı yollardan boğan ve yok eden şeydi  . Hodann merdivenleri duvarına dayanarak tekrar etti. Korkunç olan , çaba sarf ettiğimizde gördüğümüz hunharlık değil ,banal yek vücut değişmezliği  fark etmekteki yeteneksizliğimizdir.
‘’…Tanrıların onuruna hep aynı şeyi tekrarlamamış mıydı , dönemlerin hümanist , demokratik  dünya görüşleri değersiz ve yetersiz olmakla yargılanmamış mıydı ,Hırıstıyanların peşine düşen  Romalılar Babillileri  yok eden Persler , Pers ülkesine saldıran Araplar ,Hinduları yenilgiye uğratan Müslümanlar ,Mağriplilerin ve Müslümanların kökünü kazıyan İspanyollar ,engizisyon mahkemeleri sömürgeciliğin halkları kurban eden ve olağanüstü boyutlara varan  yağmacılık seferleri hep adaletten söz edip duran bir ırkın ya da dinin  , varlığına son verilmeyi hak eden bir diğeri karşısındaki üstünlüğünü sureti haktan görmemişler miydi…’’ ( sayfa 628 )
*Basiretimizi bağlayan ,sosyal pratiğimizi aksatan eleştirel düşünce yoksunluğunda ileri gelen akıl felci durumu.
* Tarihin özeti gibi değil mi?...
‘’…Toprağın böylesine  kana bulanmasının anlamı egemenlerinin maiyetlerini birlikte işledikleri suç sayesinde kendilerine daha da sıkı bağlamaları dedi ...’’( sayfa 629 )
‘’…Düşünsel değerlerin yıpranması diye düşünüyordu . Funk , toplumdaki antagonizmin bir sonucu ,Güçler her zaman kendi karşıtlarıyla çatışarak geliştikleri için , anlamlı olan şey eskisiyle çatışarak doğuyordu , eski olan ne kadar şiddetle geri püskürtülürse yenilenmenin işaretleri de o kadar belirginleşiyordu …’’( sayfa 663 )
‘’…Ama ilericiliğin kendini gösterdiği her yerde onu tuzağa düşürmek için karanlık güçler bir araya geliyordu…’’(sayfa 663 )
‘’…Funk , önemsemediği Troçki’nin  o zamanlar tehlikenin  boyutlarını fark eden tek kişi olduğunu itiraf etmek zorunda kalmıştı …’’ (sayfa 663 )
‘’…Eş zamanlı olarak tamamen eş zamanlı olarak öteki ülkede de olmuştu bu , varlığını sürdürebilsin diye uğruna mücadele ettikleri  , devrimci düşüncenin yüksek mevziler elde
ettiği ve şimdiye kadar kendilerinin çok üstünde devrimci gücün ülkesinde de dehşet verici bir çöküş süreci başlamıştı…’’( sayfa 663 )
Sosyalizmin tarihsel haklılığı; ’’ reel sosyalizmin ‘’ kirli tarihi.
‘’…Sanat ne tür acılara yol açtığını sorgulamıyordu . Ayrıca ustalar ve deneyimli  zanaatçılar da bu sanatın sürmesine katkıda bulunmuşlardı .Onlar bir  ilkeyi  izlemişlerdi , biçim bu ilke uyarınca onların ellerinde  tamamlanmıştı . Tekliği içinde  bu yapıt halkın korkusu ve derin saygısından doğmuş ve ortaya çıkan şey halk açısından daha derin bir aşağılanmanın ve ezilmenin anıtı haline gelmişti .
Bu sanat , işçilerin gücünü tükettiği gibi , kralları da mahvetmiş , onların servetini emmişti  , çünkü yapıtların ortaya çıkmaları ölümüne bir çalışmayla yüzyıl sürüyordu ve onlar birlikte mahvolan isimsizler onun çöküşünden kısa bir süre önce son tapınağın kenarına kendinden bir şeyler kazımış ,yaptıklarını kendileri için geri almaya çalışmışlardı ve sonra imparatorlukların dağılmasından , kentin yerle bir olmasından sonra  uzun süre şiddet  kullanılarak engellenmeye çalışılan vahşi orman yapının her tarafını sarmaya başlamış , onu kökleriyle ,yapraklarıyla yutmuş , kısa bir süre içinde tiran ruhunun anıtlarını yabancı doğaya dönüştürmüştü , bundan ancak beş yüzyıl sonra yeni keşifler bu anıtları vahşi doğanın içinden kurtarıp almıştı , böylece anıtlar yalnızlıkları , yadırgatıcılıkları ve dünya dışılıklarıyla yeniden  gün ışığına çıkarak ,ülkenin yoksulluğu ve köleleşmesi süredururken birkaç yüz yıl ya da bin yıl daha  varlıklarını sürdüreceklerdi .Bayon kuzey tarafındaki devasa ağaçların tepeleri arasından taş yüzleriyle yükseliyordu  ,ağustos böceklerinin uğultusu bu ölüp gitmiş geniş titreşen düzlüklerinde yokuş aşağıya inmekte olduğumuz Uppland caddelerinin üstüne düşüyordu …’’(sayfa 683)
Maddi zenginliklerin kaynağı insan emeğidir ; işçi emeğinin ürünlerinden yararlanma hakkına sahip olamadığı gibi sefaletinden kaynaklanan cehaletinden dolayı emek ürünü sanat eserlerine de yabancılaşır.KENDİ ESERİ OLSA BİLE !
‘’…Saldırmazlık paktıyla birlikte Komintern pratikte ortadan kaldırılmıştı …’’ (sayfa 687 )
‘’…Artık emperyalist ve savaş kışkırtıcısı olarak değil demokratik olanak tanımlanan burjuva devletlerinde sağlam bir yer edinmek zorundaydı …’’ ( sayfa 688 )
‘’…Partileri geleceğini kendi ülkelerinde özel sınıfsal koşullara ve ittifak olanaklarına göre siyaset yapmak olarak anlamak gerekiyordu …’’ (sayfa 688)
 ‘’…Ellerinde tuttukları imparatorluk hakkında henüz hiçbir şey öğrenmeden önce onların soylu ve savaşçı yüz hatlarını , girişlerini flamalar ve armaların süslediği özenli fabrikalarını saraylarını tanımıştım . Ne savaşta ne de zor zamanlarda zarar görmüşlerdi .İsyanların bastırılmasında , sonra tekrar tam kapasiteyle üretime devam edebilmişler , paralarıyla devlet aygıtına sızabilmişler , müttefiklerini milletvekili , bakan yapıp öne sürebilmişler , ya da bizzat kendileri görev almışlardı . Krupp , Thyssen , Kirdof Stinnes , Vögler , Manesmann , anti Bolşevik birliği kurmuş , Nasyonal Sosyalist Parti’yi finanse etmiş , aralarından bazıları parti üyesi olmuştu .İsimler  mutfağın köşesinden gelen  yumuşak tabak çanak sesinin üstüne yükseliyordu . Daha basit yaşamak ve tasarruf yapmak , demişti babam ,bin dokuz yüz on dörtte olduğu gibi yirmili yılların ortasında da bu çağrı yapılmıştı bize, bu çağrıyı yapan dünyanın en büyük tröstü IG Farben’in başındaki  isim ,Duisberg’di ; bunu duyduğumuzda savaşın geleceğini anlamıştık …’’( sayfa 698 )
‘’…Otuz üçte demişti babam , şimdiye kadarki en büyük işi tezgahladılar  sivri miğferli kalkık bıyıklı yaşlı mareşale yanaşıp ondan en büyük partinin liderine hükümet kurma görevi vermesini istediler . Aceleleri  vardı . Sosyal demokratlar ve komünistler birleşebilirlerdi  ve bu durum engellenmişti . Sivrilmekte olan , kendi varlığından heyecanlanan düz suratlı adamı küçümsüyorlardı ...’’( sayfa 699 )
 ‘’…Burjuvazi ve orta sınıflar ulusal amaçlar için her zaman hazırdaydı , yükselmeyi uman küçük burjuvazi ise vurucu güruhu oluşturacaktı , hayal kırıklığına uğramış proleterya ise iş bulduğu sürece sanayinin büyümesi  için eşek gibi çalıştırılacaktı . Bu oyuna katılmak istemeyenler kısa bir süre sonra  örgütsüz , partisiz , arkadaşsız kalıp nasyonal ve sosyalist ve işçi partisi olan tek partiye katılmak zorunda kalacaklardı . Büyük gösterilere katılmak için yola düşen kitleler göz önünde olacak , ama bundan kar  elde edenler ortalıkta görünmeyeceklerdi …’’( sayfa 699 )
Reel sosyalizmin kışkırtıp katmerleştirdiği siyasi körlük sonucunda ; faşizmin yol açtığı medeniyet kaybı tablosu.
‘’…Her ne kadar zaruret içinde davranmış olsak da , bizim de en az onlar kadar tarihi biçimlendirmiş ,ve onun yasalarını yaratmış olan kendi sistemlerinden başka bir şey tanımayanlar kadar suçlu olduğumuzu söylemek istediğim içindir ,bizim suçumuz onları durdurmayı becerememiş olmamızdır …’’ ( sayfa 700 )
‘’…çünkü sayıları bizden daha az olduğu için öne çıkabildi onlar , bizlerse onlardan çok daha fazla olduğumuz için korkaklığımız ve zayıflığımız daha da büyük …’’ (sayfa 700 )
‘’…Gittikçe içe kapalı bir özellik kazanan yalnızlaşmanın başka insanlarla birlikteliğin anlamını yavaş yavaş sildiği halusinasyonla geri dönmek ya da sanata yönelmek . Ama bu ikinci yol , ancak insan dış dünyaya yönelmeye hazırsa açıktı . Eğer bu yitirilmişse ,sanatın alanlarına girmek de imkansızlaşıyordu .İyileşme vaat eden dışa açılan ile içe kapanan arasındaki sınır sanatta her zaman mevcuttu  ve kendini melankolik eğilimlerde gösteriyordu . bir sanat yapıtında bizi etkileyen şey , dışa açılanın kurtuluşundan ziyade adlandırılamaz  olanın sınırları içinde dolaşmasıydı …’’(sayfa 700)

‘’…Sanatın felsefenin ve ideolojilerin bittiği yerde devreye girdiğini söylemişti  Hodan .Sanatın kaynağı zihindeydi  ve bütün canlıların içinde var olan gizemli bir güçtü , bu güç  canlı varlığı yönlendirmek ve zarar gördüğünde kendini yeniden üretmek için vardı , algılanan her şeyin beyindeki görsel  ve işitsel merkezlerde mekan ve zaman algılarını yönlendiren merkezlerde muhafaza edilmesini  ve sinir sisteminin uyarımlarıyla onlara ulaşmamızı sağlayan bellek işlevlerinin bir parçasıydı sanat …’’(sayfa 705)

‘’…Sanat siyasetin sağlayamadıklarını gerçekleştirerek bir denge yaratmak zorundaydı .sanat siyasetle birlikte aynı mekanı paylaşıyordu . Ama siyaset son on yılda bizim isteklerimize karşılık verecek şeylerden öylesine uzaklaşmıştı ki onun yönelimlerinin gerçeği ıskalama ve saplantı olarak algılamaktan başka çaremiz kalmamıştı …’’ (sayfa 706 )
‘’…Devrimin ilkesi de bundan bir süre önce onurunu yitirmişti , ama şimdi olağanüstü bir mücadelenin içindeydi  ,belki de bu mücadeleyle birlikte yüceliğini yeniden kazanabilir ve bizim de fikrimizi değiştirebilirdi , ama bunun bedeli milyonlarca ölü olacaktı Aşılması gereken bir çelişkinin içindeydik Hodann’a göre , hayatımızı anlamlı kılacak şeye ulaşmak için ölümün ve yozlaşmanın içinden geçmek ve yalanla çılgınlığın ortasında gücümüzü harekete geçirmek zorundaydık .Üstümüze gelen şeyin ancak yeni bir dille ifade edilebileceğini düşünmüştüm ben . Ama Hodann’ın buna yanıtı , hedeflerimiz için asla herkesin bildiğinden başka bir dilin var olamayacağı yolundaydı  ,anlatılacak olanın anlaşılır olması için tam da tüketilmiş eski sözlerle anlatılması gerekiyordu …’’(sayfa 706-707)
‘’…Çevremizi saran kar fırtınasının burgaçlarıyla biraz dağılan gaflet  perdesi bizim başarısızlığımızın , elimizden geleni yaptığımız yanılsaması içinde hepimizin ortak olduğu bir yalanın sonucuydu …’’(sayfa 707 )

‘’…Kendini ülkenin babası olarak tanımlayan adam kiliselerin de yeniden kapılarını inananlara açmalarına vatan toprağının savunulması için bütün güçlerin bir araya gelmesine izin vermişti …’’(sayfa 709)

‘’…Özgür ulusların kendileri üzerindeki tasarruf hakkı ve birliğinden söz ediyor ,ama yakın çevresindeki parçalanmalar ve bölünmeler yüzünden ter döküyordu …’’ (sayfa 713 )

‘’…Luxemburg’un bütün arkadaşlarının sürülmesi sadece gözü dönmüş siyasi güç mücadelelerini , gaddarca bir saygısızlığı anımsatmakla kalmıyor ,aynı zamanda aklın içine düştüğü dehşet verici çılgınlığı da anımsatıyordu . Çünkü tuzağa düşmeyecek çılgınlıkta olanlar rejimin elinden kurtulmayı başarmış , ama parti diktatörlüğünün ilk kurbanları olmuş ,mücadelenin en iyi isimleriydi .Korkunç olan , kültürün özgürleşmesi misyonunu taşıyan partinin yaratıcı düşünürlerini yok etmesi ve bu şablonların geçerli kılınmasını sağlamasıydı …’’ (sayfa 720 )
‘’…Bunun karşısında materyalizmin sürdürülemeyeceği , geriye sadece nihilizmin ve umutsuzluğun kaldığı ve insanların , başlarına gelecekleri beklerken ertesi güne sağ çıkmaktan başka bir şey istemedikleri…’’( sayfa 726 )

‘’…İnsanın zor zamanlarda en iyi yeteneklerini geliştirdiğine hep inanmış olana Hodann, düşünmenin deformasyonundan gittikçe daha çok söz etmeye başlamıştı …’’ (sayfa 728 )
‘’…Sürgünün öğrettiklerinden sonra aradaki çatışmalar sona erdirilip uzlaşma sağlanamazsa , zafer elde eden güçler ülkedeki insanlar  üzerinde egemenliklerini arttıracaklar , boy atmakta olan bir düşünce dönüşümünü boğacakları nihayet insanların yeteneklerini geliştirecekleri yerde , onları itaatkar araçlar haline getireceklerdi Hodann’a göre …’’ (sayfa 728 )

‘’…Peki ama burjuvaziyle proleterya  arasındaki bu muğlak kütle neyi temsil ediyordu , hep güçlünün yanında yer alan zayıfa  ihanete ve zayıfları tepelemeye her zaman hazır bu kesim kimdi …’’(sayfa 738)
‘’…Sınıflar arasında en zayıfı da bunlar değil mi ve bu zayıflıklarından dolayı böylesine hararetle birlikteliği koruyan ve bu nedenle ülkenin yüz akı gibi görünenler bunlar değil miydi ; onların arasında büyümüş olan Bischoff küçük burjuvalara yanaşıp , çıkarlarının burjuvaziden daha çok proleterya ile uyuştuğuna  , onların da bu memurların esnafın ve tüccarların ,bu beyaz yakalıların ve maaşlıların da ücretli  işçiler gibi sömürüldüğüne onları ikna etmeye ne çok girişmişti  , ama her girişimde kaba bir redle karşılaşmıştı …
‘’ (sayfa 738 )
‘’…Her bir insanın içindeki karşıtlıklar onun yöneldiği eyleminde itici güç oluşturuyordu ,Coppi gibi daha çocukluktan çizilmiş değildi ,onlar kendi kökenleriyle yaşadıkları çelişkinin etkisiyle keskin dönüş gerektiren  kararlarını vermişlerdi. Onların hümanist , barışsever  veya sanatsal arka planları onları burjuva liberalizminin iflası karşısında özellikle duyarlı tepki vermeye yöneltmiş , ve liberalizmin kamuflajı altında ortaya çıkan rezilliğe karşı başkaldırının zorunluluğuna inandırmıştı . Belki başlarda duyduğu hayranlık ve saygıyla onlara yaklaşmak istemişti , ama kısa sürede işin ayrıntılarının , kararlı ve titiz çalışmalarla yapılan planların ,ortaya atılan küçük küçük adımları önemini fark etmişti…’’ (sayfa 748)
‘’…Körleşme kurbanı olanlar kitle oluşturmasaydı  vahşet de olmazdı ve ona karşı koyanların çoğunluğunun kökünü kurutma  gücünü bulamazdı …’’ (sayfa 748 )
‘’…İşçi partilerinin kabullenmek istemedikleri büyüyen faşist iktidar tehlikesine karşı birlik çağrısı yapmıştı …’’( sayfa 748 )

‘’…Önemli olan onun değerlerini sürdürüyor muyuz , yoksa durağanlık demek olan bu değerlerden kendimizi kurtarmış mıyız , bizim sahip olduğumuz çok şey oradan geliyor .   Benim babam bir düşünce adamıydı  ,burjuva düşünürü , ama yukarıdakilere boyun eğen türden değil …’’ (sayfa 754)

‘’…Ana rahmindeki uykusunun özlemini duyuyorsak ölümün de özlemini duyuyoruzdur ,çünkü doğumdan önce biz , ölümü de içinde barındıran dolaşım sisteminin parçasıyız.Sonra dışarı çıktığımızda önceyi ve sonrayı düşünmekte aciz kalıyoruz ,sadece burada olduğumuzu biliyoruz ve bazılarımızın acısını çıkarırcasına burayı yaşamak istemesi şaşırtıcı değildir…’’ (sayfa 767 )

‘’…Siyasete yarar düşüncesine tabi hale geleceğini baştan biliyordu . Bazıları kültürün özerk bir değeri olduğuna inanmak istese de , kültür  sadece taktik bir basamak olarak , eylemler alanına geçiş için kısa sürede terk edilmesi gereken bir alan olarak düşünülüyordu …’’
(sayfa 797 )
‘’…Ama sanki sanatçılar  , düşünürler içine düşülen durumların muhasebesini yapmaktan kaçınıyordu , veya çekingenlik ve kafa karışıklığı onları , mektupların , günlüklerin çok da fazla yakaladığı günün olaylarını işlemekten alıkoyuyordu . Ama bunlar da dışlanmışlıkla hesaplaşmaya yarar sağlamıyordu ,müzik resim kendi form sorunlarıyla uğraşıyordu , felsefe ise ,doğrudan yaşanan sıkıntıların dışındaki sorularla uğraşıyordu …’’(sayfa 797 )
‘’…Güç kayıplarını ve vazgeçişleri ,yanılgıları ve yenilgileri hesaba katmadan , ülkede kültürün ezilmesiyle ve artakalanların yer altına itilmesiyle sonuçlanan karar yanlışlarını dikkate almadan bir Alman kültüründen söz etmek yalan olurdu …’’(sayfa797 )

‘’…Hodann bunu tek tipleşme olarak algıladı …’’ (sayfa 804)

‘’…Komünistlerin cephesinde bir şeye kuşkuyla yaklaşmak saldırı gibi algılandığı ve çizgi dışı düşünceler çoğunlukla duruşmayı andırır bir tartışmaya yol açtığı için onlardan uzaklaşmıştı …’’(sayfa 805)

‘’…Onların suskunlukla karşılanması öyle büyüktü ki (? İşareti var) onlar unutulmuşlar arasına katılmışlardı  …’’ (sayfa 806 )

‘’…Şimdi ilk defa hepsi bir araya toplanmıştı ama cemaate dönüşeceğe benzemiyorlardı , çünkü sürgün insanları birbirine yaklaştırmıyor ,  herkesi kendi yalnızlığı içinde köksüzleştiriyordu …’’(sayfa 806 )

‘’…Onun için toplumsal düşünce bireysel sorumluluktan ayrılamaz bir şey olduğu için ortaya konan tavır da ancak bireysel bir yargıya dayanıyorsa bir değer taşıyordu …’’ (sayfa 809 )

‘’…Ama işte savaştan yara almamış Amerika Avrupa’nın üstüne çöküp, İngiltere ve Fransa’nın emperyal mirasını devralma hesapları yapıyordu , ceset kokusunun  içine küstah ve taze güç olarak adım atacak ve bizim ulaşmaya çalıştığımız her şeyi elinin tersiyle itecekti…’’ (sayfa 812 )

‘’…Umutlarımıza sahip çıkmak istiyorduk ,çünkü onlarsız yola devam edemezdik , ve ben ileriki zamanlarda geçmişe dönüp bakarken geçmiş dönemlerde tekrar  tekrar umutlarımıza sarıldığımızı umudun başarısızlıklardan her seferinde daha güçlü çıktığını , yaşama gücünün doğrudan kendisi olan umuda  bağlılığımızı , ve bu umutlarımızı ,tüm işaretler tersini gösterse de hiçbir zaman çılgınlık olarak nitelendirmediğimizi görecektim . Bazen sanki siyaset bizim düşüncemizi kendimizi ifade gücümüzü tüketiyor , sanki siyasetle uğraşmak istiyorsak onun oyunlarına teslim olmamız gerekiyor gibi görünüyordu bize. Asker kaçakları bildirgelerini yazarken sözcükleri tıkanıp kalıyordu ,ben de metal sendikasının gazetesinde bana ayrılan köşeyi ağza sakız olmuş sözlerle doldururken aynı şeyi yapıyordum…’’ (sayfa 814 )
‘’…On yıllar boyunca yaşamımızı karartacak uğursuzluğun da başlangıcı olacaktı .Gelişme aşağıdan, sınanmış insanların iradelerinden gelerek değil , yukarıdan ,galip güçlerin merkezlerince belirlenecekti  Siyasi geriliğin , derin karanlığın hüküm sürdüğü , toplumda bu yönde bir niyeti olmadığı yerde sosyalizmin kuruluşunu , komünist partilerin belli bir gücünün bulunduğu ve halkın anti faşist güçlerin yanında yer aldığı ülkelerde ise toprağın kar hırsı güdenlere ve spekülatörlere hazır hale getirilişini izleyecektik …’’(sayfa 816 )

‘’…Bu yeni ilk patlamayla Amerika Birleşik Devletleri dünya krallığını ilan etmiş oldu …’’(sayfa 816)

‘’…Paranın ülkeleri hızla büyürken sosyalizm yoksul kalacaktı.Yapay üretim fazlası , spekülatif hareketlilik ideolojik çabaların küçümsenmesini getirecekti . Piyasaların sınırsız olanakları siyasal inadı insanlık dışı görmeye yol açacaktı . Bir ajanlar ordusu her sosyalist gelişmenin altını oyacaktı . Hiçbir yerde sosyalizmin başarılı görünmesi istenmeyecekti …’’ (sayfa 817 )
‘’…Neden diye soracaklardı kendilerine ,neden savaşın hemen ardından komünizme karşı sefere girişilemedi…’’ (sayfa 817 )
‘’…Başka kıtalara yağma ve çürüme reva görülürken Avrupa’yı demokrasiyle onurlandırma tercihini yaparak herkesi yanlarına çekmeyi , onları gönüllü olarak nihai zafere doğru önlerine katmayı amaçlamışlardı…’’(sayfa 817 )
‘’…Sanki geçmişteki umutlar hep niyetlerin sonradan ortadan kalkmasıyla yerle bir edilmek zorundaymış gibi görünecekti gözüme . Ama olayların istediğimiz gibi gelişmemesi umudun kendisini değiştirmeyecekti . Umutlar var olmaya devam edecekti . Ütopyanın vazgeçilmezliği görülecekti . Daha sonra da umutlar sayısız kez yeniden canlanacak , üstün düşman tarafından boğulacak ve tekrar yeniden uyandırılacaktı. Ve umutlar bizim zamanımızdakinden çok daha geniş bir alana  , bütün kıtalara yayılacaktı . içimizde uyanan çelişki, karşı koyma güdüsü çökmeyecekti ….’’ Sayfa 817 )
Rahmi Akdaş

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder